Günlük Yaşantınızdaki Olaylar Çerçevesi =)
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Günlük Yaşantınızdaki Olaylar Çerçevesi =)

Sohbet,Oyun vs.
 
AnasayfaGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Edebi Değerli hikayeler 3

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
NoNamE
Admin
Admin
NoNamE


Mesaj Sayısı : 303
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 09/10/07

Edebi Değerli hikayeler 3 Empty
MesajKonu: Edebi Değerli hikayeler 3   Edebi Değerli hikayeler 3 Icon_minitimePtsi Ocak 28, 2008 5:01 pm

Sevginin Gücü ya da Eylemi
--------------------------------------------------------------------------------

Sevgi asıl söylemedende anlaşılabilendir. İnsanın derinlerinden gelen bir sestir. Sevgi erdemdir, kutsaldır. Eğer gerçekten seviyorsa biri ve bu eylemde haklı buluyorsa kendini, sevmenin elbet bir bedeli, çilesi de olacaktır. Seven insan haklı olarak sevgisini bir madalya gibi göğsünde taşımanın gururunu da yaşayacaktır.

Sevgi benim için önleyemiyeceğim ve her gün biraz daha büyüyen bir tutkudur. Bana göre doğanın gerçek, kökü hiç bir zaman sökülüp atılamıyacak tek yasasıdır. Bütün yaratıcılıklarda aşk vardır. Her şeye rağmen nasıl ki, insan umutsuz yaşayamıyorsa ve yüreğinde bir umut taşıma zorunluluğu duyuyorsa. Bence insan sevgisizde yaşayamaz, sevgiyi de yüreğinde taşımak zorundadır.

Sevgidir insanı insan kılan, ululuyan, insanı insanlığı da mutlu, onurlu, erdemli kılan. İnsan sevmeden yaşayabilir mi? doğayı, toprağı, suyu, havayı en önemlisi de insanı sevmeden nasıl yaşar..İnsanla beraber sevgi de var olmadı mı yeryüzünde? Bu anlamda sevgi ve sevginin kökeni en az insanınki kadar eski değil midir?.

İnsanoğlunun sahip olduğu sevgi duygusu bütün zenginliklerin üstündedir. İnsanın, insan olduğunun doğal bir tezahürüdür. Sevginin olmadığı yerde iyi ve güzel olan hiç bir şey yaşayamaz... Onun içindir ki, zamanın içinde ne geçmişi silik bir ayna gibi durmalıyız, ne de duygularımızı yüzeyselliğin gergefine kurban etmeliyiz. Bu nedenledirki, sevgiyi yüzeysel ucuz değerler kavramıyla sınırlayamayız. Sevgi duygusu bütün zamanların derinliğini içinde barındıran, insanın iç değerlerinin derinliğiyle ilintilidir.

Diğer anlamda bilgi yada alışkanlıklar, sonradan edinilmiş tarihsel bir arka plana sahip olabilirler. Ne kadar da yeni olurlarsa olsunlar, bizden önce yaşamış olanlar üzerinden geçerek bize ulaşan bir yanı vardır elbette.

Bütün bilgiler alışkanlıklar davranışlar kolektiftir. herkese ait bir yanı vardır. Bilgi, duygu ancak harcadığımız zaman sahip olabileceğimiz şeydir. Bu sadece onu söylemekle değil, onu aynı zamanda eylemsel olarak da gerçekleştirebildiğimiz zaman anlam kazanır. Kendimize sakladığımız bilginin, duygunun kime ne faydası olabilir. Bir insan sevgisini, saygısını davranışlarıylada karşı tarafa yansıtırsa ancak bu o zaman gerçeklilik kazanır. İşte bu zihince düşündüğünü pratikte yapma eylemidir.

Tabi ki, her düşündüğümüzü söylemek ve söylediğimizi yapmak çok kolay da değil. Ama bizim sevgi dediğimiz budur. Eğer insanın evrensel ve insani boyutu olan sevgi, saygı yaşamla insan davranışında bir yeri yoksa bir aldatmacadır. Sadece dilde kalır. eylemde gerçekleşemez. Bu demektir ki, biz birey yada toplum olarak eğer sevginin düşüncesini, sözü ve eylemini bir arada gerçekleştiremezsek, toplum yada birey olarak sevgi, saygı, hoşgörüde fazla ileri gitme şansımız yoktur.

Sevginin gücü olmadan hayat yolunda yolumuzu bulabilir miyiz?
Aklımızı başımızda alsa da sevgi aynı zamanda yol gösterir ve de korur bizi.
Sevgi, sevdiğimiz kimselerden uzak kaldığımızda büyülü bir çığ gibi önümüzdeki yolu dümdüz eder; Kuralları, engelleri, uzakları, ayrılıkları dümdüz edip çıkmazlara, çilelere, korkulara, kuşkulara sabırla ve inatla dayanmamızı sağlar.

O sevgi ki, gücü olmadan dizimizde derman, halimizde aman kalmaz.. O sevginin gücü olmadan sıkıntı denizlerinde rüzgarsız kalmış tekneler gibi oluruz denizlerin ortasında…

Sevginin Gücü
--------------------------------------------------------------------------------




Otobüs yolculari elinde beyaz bir baston tasiyan genç ve güzel kadinin otobüse binisini içten gelen bir sempati ile izlediler.. Basamaklari geçti. Bos oldugu söylenen koltugu el yordami ile buldu. Oturdu.. Çantasini kucagina aldi. Bastonu koltuga yasladi. 34 yasindaki Susan, bir yildir görmüyordu. Bir yanlis teshis sonucu görmez olmus, birden karanlik bir dünyanin içine düsmüstü. Öfke.. Kizginlik.. Kendine acima.. Hayatta tek dayanagi artik kocasi Mark'ti.. Mark hava kuvvetlerinde subaydi. Susan'i bütün kalbi ile seviyordu. Susan gözlerini kaybedince, Mark karisinin içine düstügü umutsuzlugu hemen farketmisti. Ona yeniden güç kazanmasi, kaybettigi kendine güvene yeniden sahip olmasi için yardim etmeliydi. Susan gene kendi kendine yeterli olduguna inanmali, kimseye bagimli olmadan yasayabilmeliydi. Sonunda Susan'i isine dönmeye ikna etti. Peki ama evden ise nasil gidecekti?.. Genelde otobüsle giderdi. Ama simdi koca kenti bir uçtan ötekine tek basina geçmekten korkuyordu. Mark her sabah onu arabasi ile ise birakmayi önerdi. Kendi isi tam aksi yönde oldugu halde..

Ilk günler Susan kendini rahat hissetti. Mark da, "Görmüyorum, artik hiçbir ise yaramam" diyen karisini çalismaya baslattigi için mutluydu. Ama bir süre sonra Mark islerin iyi gitmedigini farketti. Baskasina bagimli yasamin Susan'i mutlu etmesi mümkün degildi. Ise eskiden oldugu gibi kendi basina otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hala o kadar hassas, o kadar kirilgan, o kadar öfkeliydi ki.. Ne yapabilirdi?.. "Otobüs" lafi agzindan çikar çikmaz, Susan öfkeyle haykirdi.. "Nasil yaparim?.. Görmüyor musun ben körüm!.. Nerde oldugumu nerden bilirim, nereye gittigimi nasil anlarim.. Galiba sana agir gelmeye basladim, beni basindan atmaya çalisiyorsun.." Duyduklari Mark'in kalbini fena halde kirdi. Ama ne yapacagini biliyordu.. "Her sabah ve aksam otobüsünü arabamla takip edecegim. Sen bu yolculugu tek basina yapmaya hazir olana dek sürecek bu.." Tam iki hafta Mark, Susan'in otobüsünün arkasindan gitti.. Iki hafta boyu karisina görme disindaki duyularini nasil kullanacagini anlatti. Özellikle duymanin pek çok sorunu çözecegini izah etti. Kulaklari ona nerede oldugunu söyleyebilirdi. Yeni yasam tarzina alismasina yardimci olabilirdi. Otobüs söförü ile ahbab olursa, hersey kolaylasir, söför hergün ona önde bir yer bile ayirirdi.

Nihayet Susan, yolculugu tek basina yapmaya hazir oldugunu hissetti. Pazartesi sabahi geldi.. Ayrilirken, otobüsünün geçici eskortu kocasina, hayattaki en büyük dostuna sarildi.. Gözleri yasla doluydu Susan'in.. Kocasina öyle tesekkürle doluydu ki.. Onun sabri, sadakati, destegi ve sevgisiyle umutsuzluk uçurumundan nasil çikmis, nasil yeniden hayata dönmüstü.. "Allahaismarladik" dedi kocasina ve uzun zamandan beri ilk defa ters yönlerde yola çiktilar. Pazartesi.. Sali.. Çarsamba.. Hergün mükemmel geçti Susan için.. Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemisti. Yapiyordu.. Basariyordu.. Tek basina basariyordu.. Kendi kendine gidip gelebiliyordu iste.. Cuma sabahi, Susan her günkü gibi otobüse bindi.. Ofisinin karsisindaki durakta inerken bilet parasini uzatti söföre..

"Sizi kiskaniyorum bayan" dedi, söför.. Susan söförün baskasina hitap ettigini düsündü.. Bir körün gipta edilecek nesi olabilirdi ki?.. "Neyimi kiskaniyorsunuz benim" diye sordu söföre.. "Sizin kadar sevilmek, sizin kadar sefkat ve sevgiyle korunmak çok hos bir duygu olmali bayan" dedi söför.. "Nasil yani" dedi, Susan.. "Bir haftadir, her sabah yakisikli bir subay kösede duruyor ve siz otobüsten inene kadar izliyor. Yolu kazasiz geçmenize bakiyor, ofisinize girene kadar oradan ayrilmiyor. Sonra size bir öpücük yolluyor, elini salliyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadinsiniz bayan.." Mutluluk göz yaslari Susan'in yanaklarindan akmaya basladi. Ve birden hatirladi.. Mark'i hiç görmüyordu ama, bir haftadir yaninda oldugunu hem de öyle kuvvetli hissediyordu ki.. Talihli, gerçekten çok talihli idi. Öyle bir armagan vermisti ki ona hayat, görmekten daha degerliydi.. Bu armaganin varligina inanmasi için görmesi gerekmiyordu. Sevginin aydinlatmayacagi hiçbir karanlik yoktu çünkü..
__________________




En son tarafından Ptsi Ocak 28, 2008 5:06 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://launcher.yetkin-forum.com
NoNamE
Admin
Admin
NoNamE


Mesaj Sayısı : 303
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 09/10/07

Edebi Değerli hikayeler 3 Empty
MesajKonu: Geri: Edebi Değerli hikayeler 3   Edebi Değerli hikayeler 3 Icon_minitimePtsi Ocak 28, 2008 5:02 pm

Sevginin Erdemi ve Vicdanın Sesi
--------------------------------------------------------------------------------

Daha önceki yazılarımda da üstüne basa basa vurguladığım gibi, dünyada en kutsal, en değerli şey nedir diye sorsalardı bana, herhalde hiç tereddütsüz “sevgidir”, “ merhamettir” derdim. “İnsanın sevildiğini bilmesidir.” derdim. “Daha da güzeli sevmeyi ve sevilmeyi bilmesidir.”
Sevmenin bir çılgınlık, ağlamanın bir zaafiyet ya da, bir zayıflık olduğunu düşünenlere acıyorum. Oysa ki sevmek, güçlü olmak, insan tarafımızı bulmak demektir. Sevmek; dünyaya, insana, hayvanlara, bitkilere yani doğaya hilesiz bakmak, doğayı ve doğadakileri her halleriyle benimsemek demektir. Vicdanımız ve dürüstlüğümüzdür sevgi. Hayata umutlu bakışımız, yaşama sevgiyle sarılışımızdır. Bir kuşun kanadının kırılışına yüreğimizin titreyişidir, yanışıdır.

Sevenlere değil, asıl dünyada sevmeyen, sevemeyen, sevilmeyen ve sevmesini bilmeyenlere acımalı. Sevebilen insan yaşamı, yaşamın derinliğini, kendini ve ruhunun iç derinliğini keşfeden insandır. Aşk değil midir insanı erdemleştiren, güzelleştiren dostlar! Derinliğimiz, güzelliğimiz aşktan değil mi! Oysaki aldığımız kültür, içinde yaşadığımız sistem ve zaman o kadar sahte ki ... Gülüşler, dokunuşlar, bakışlar sevgi sözleri bile hepsi sahte geliyor insana.


“Benliği hor ve hakir kılıp, insanı yükselten aşk ve sevgidir. Onsuz bütün beden tamahtan ibarettir. Tamah ise alçaltandır. Sevgi ve şefkat insanın, öfke ve şefkat ise hayvanın temel hasletleridir. Sevgi güneştir, ama kusurları örtmede gece gibi olun!” der Mevlana.

Aşk hilesiz sevmektir dostlar ve sevgiyi taa ruhunun derinlerinde hissedebilmektir. Bence sevebilen insan talihli insandır, güzel insandır, erdemli ve saygın insandır. Saygınlığı ve sevilmeyi hak eden insandır.
Güzelliklerin, inceliklerin öz kaynağı değil midir sevgi! Karda, kışta bile olsa insanın içini ısıtan, şiir duygusunu yeşerten, sevdaların mana tezgahında dokunan ve bakınca gözlerde kutsal şiir gibi okunan, derin bir mana değil midir sevgi! Sevgi, yüreğini güzelliklerle beslemek, ruhunu kinden, fesattan, hasetten, iftiradan yalandan, kıskançlıklardan, kötülüklerden arındırmak değil midir!

Yönünü sevgiye çeviren insan çevresine de sevgiyle, saygıyla bakmasını, yüreğini düşmanlıklardan, kirlerden; kinlerden arındırmasını bilir. Çünkü insanın içindeki canavarı dizginleyen bir güçtür sevgi. İçinde sevgi, merhamet taşımayan insanın, acıma duygusu da olmaz, düş kuramaz, düşünemez.. Dolayısıyla içinde sürekli başkalarına karşı kin, nefret, kötülük besler. Merhametsiz, acımasız ve zalim olur. Oysa ki, insan olarak her insanın mutlak sevmesi, düş kurması, düşünmesi, gülmesi ağlaması gerekmiyor mu? Hani ünlü bir söz vardır ” Yürek yanmayınca göz yaşarmaz.” derler ya, işte onun gibi bir şey.

Ben, insanın maddiyatına değil, mevkisine değil, insanın kişiliğine, insani değerine önem ve değer verilmesinden yanayım. Görünüşe ve şakşaklara aldanmamak gerekir. İnsanın insani değerleri, içinde ruhunda ve gözlerinde saklıdır. İçinde çirkinlikler besleyen insanı hangi makam, hangi maske, hangi elbiseyle donatırsanız donatın, çirkinliğini gözlerinden görürsünüz, bakışlarından anlarsınız.

İnsanın niteliklerini ve sevme yetilerini geliştirerek tırmanacağı yüksek düzeye; nitelik ve erdem basamaklarına ancak sevgiyle çıkılabilir. Sevgisiz bir insan, vicdanını devreden çıkardığında yapamayacağı haksızlık, vicdansızlık, düşünemeyeceği kötülük kalmaz. Yani sevgiyi, merhameti yüreğinden dışlayan bir insan, alçalmayı seçmiş demektir. Vicdan devreden çıkartıldığında, insani hiç bir parıltı, hiç bir değer kalmaz insanda ve o insan alçalmayı seçmişse zaten ineceği düzeyin de sınırı olmaz, alçaldıkça alçalır. Bu tür insanları genelde karakol yada hapishanelerde insanlara salt işkence yapmak için tutarlar. Eski dönemlerde de bunlara cellat denirdi.

En sevmediğim insan tipi çıkarcı, yalancı, iftiracı, içten pazarlıklı, hani derler ya saman altından su yürüten ,yada yılan gibi yanına yaklaşıp gizlice sokan, insani hiç bir nitelik taşımayan yalaka tiplerdir. Hani kendisinden güçlü gördü mü “Elini öp’im abi !” deyip, önünde doksan derece eğilen. Zayıfı gördüğünde kabadayılığı tutan ve gücü yettiğince ezmeye çalışan, biraz zoru gördüğünde ise sahtekarca milliyetçi ya da dindar ayaklarına bürünen vicdansız, merhametsiz, acımasız insan tipidir. Bu tip insanlar her yerde mevcut. İhtiraslarına ulaşmak için izledikleri yol, yöntem ve entrikalarla alçalabildikleri kadar alçalırlar. Hayatım boyunca bu tip insanlardan hep kaçmaya, uzak durmaya çalışmışımdır. Onlarla aynı ortamı, aynı havayı soluduğumda hep tedirgin olurum. Sevgisizlikleri, kirlilikleri üzerime bulaşır diye..

Sevgiden ve kitaplardan korkmamalıdır insan. Sevgiden ve kitaplardan korkan kimseler, içlerinde aydınlık taşıyamazlar. Çağı da yakalayamazlar. Günümüz insanının ve gençliği; bir tuzağa düşürülmek isteniyor.Ucuz tv programlarıyla (kitaptan ve gerçek sevgiden uzak), günübirlik aşk dedikodularıyla insanlar uyuşturuluyor.Kendilerine ucuz, kalitesiz tv programları izlettirerek, insanlar okumaktan uzaklaştırılıyor.Kitaptan yoksun yaşamak ise, insanlarının doğruyu bulmalarını zorlaştırıyor. Oysa herkes biliyor ki, tarihte yükselmenin, gelişmenin ve aydınlanmanın yaşandığı zamanlar; yüreklerin kitapla ve sevgiyle beslendiği çağlardır. Savaş, karanlık, cehalet ve düşmanlık dünyanın ve insanın başına sürekli felaketler, belalar getirmiştir.

Çağı yakalamak, çağdaşlaşmak ve çağlar öncesini anlamak için insanın yüreğini sevgiye ayarlamak, kini ve nefreti Kaf Dağının ötesine kovalamak, insanı erdemli insan kılan zekayı ön plana almak gerekir.

İnsan sevmediği birine malını verebilir belki, parasını verebilir ama en değerlisi olan sevgisini, sevmediği birine verebilir mi? Cebindeki parayı, üstündeki eşyayı vermek, sanıldığı kadar önemli de değildir bence. Çünkü bunlar sevdikleriniz kadar kıymetli de değildir. Ama insan sevmediği birine en değerli şeyini veremez, yüreğini, sevgisini veremez.

Malını ya da kumarda parasını kaybeden de çok şey kaybetmiş sayılmaz. Çünkü onları yeniden kazanma şansı var. Herhangi bir kaza ya da olayda cesaretini yahut ümidini kaybeden de çok şey kaybetmemiştir. Onları yavaş yavaş yeniden kazanabilir. Ama onurunu, haysiyetini, insanlığını kaybeden kişi her şeyini kaybetmiş sayılmaz mı? Onun bir daha kazanma şansı mümkün müdür?... Sevgi ve vicdanınızla başbaşa kalın diyorum... Sevgiyle dostlukla ........
__________________

Sevginin Değerini Zaman Bilir
--------------------------------------------------------------------------------

Bir ada varmış ve tüm duygular orda kalırmış. Bir gün adanın batacağını öğrenmişler ve hepsi kaçmaya başlamış. Adanın batacağı son ana kadar yanında bir tek sevgi kalmış. Ve artık batıyordu ada Sevgi:
-Kurtarın beni dedikçe, duyguların hepsi kaçmaya, uzaklaşmaya devam etmişler. Ne hüzün kalmış ne de sevinç.. Umudunu kesmişken artık, birden biri seslendi dönüp baktığında onu kurtarmaya gelen ZAMANDI ve bu yüzden SEVGİNİN DEĞERİNİ ANCAK ZAMAN BİLİR…
__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://launcher.yetkin-forum.com
NoNamE
Admin
Admin
NoNamE


Mesaj Sayısı : 303
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 09/10/07

Edebi Değerli hikayeler 3 Empty
MesajKonu: Geri: Edebi Değerli hikayeler 3   Edebi Değerli hikayeler 3 Icon_minitimePtsi Ocak 28, 2008 5:03 pm

Sevgiliye Verilemeyecek Mektup -3
--------------------------------------------------------------------------------

Ne kadar gidecek böyle, halen seviyorum seni. Nasılsın diye soramıyorum, biliyorum ki sen hayatından memnun ve umutlusun. Benim kadar karamsar bakmıyorsun hayata, kaç yıl daha böyle acı içinde bekleyeceğim. Kaç yıl daha geçecek böyle sensiz güzel gözlüm. Yüzüne bakamıyorum görmüyorum gözlerini hatta neler düşündüğünü bile bilmiyorum. Yazmak adına başladığımda hep aklıma gelir gözlerin, sonrada gözlerinin içindeki sevgi, vurulup kalırım ben içindeki ateşe, ellerim sana uzanmak istediğinde gökyüzünde asılı kalır. Sonra sözlerin iner derin uçurumların ürkütücü yanları gibi, yüreğimin kuytu köşelerine. Sana söyleyemeyeceğim sevgiye dair, yazdığım kelimelerin sadece özetini, içimdeki duygulara uyarlayıp sözlerin en ince ifadesiyle anlatmak istiyorum…

Bazen geceleri anlamsız acılar yakalar beni, karanlık sokaklarda korkmaya başlarım ve sığınacak kuytu bir köşe ararım. Belki de bu yüzden giderim kendimden uzaklara, bir yerlere. Şimdi ellerine dokunmak vardı, gözlerinde boğulma telaşını yaşamak, sonrasında ağlamak vardı suskun zamanların ortasında. Biliyorum ki hiçbir zaman yaşanmayacak bir daha yaşadıklarım seninle, ve bir daha hiç bu kadar sevmeyeceğim seni delice, yüzün ve hüzün ikisi de aynı benim için. Hüzünlüyüm sararmış yapraklar gibi, yere düşercesine acımasız ve yaralı zamanların kurbanıyım. Sevilmek istiyorum yok olan zamanlarda seni beklerken. Aslında daha açık konuşmalıyım kalemi biraz daha sertleştirip içimdeki gün görmemiş tüm isyanların sesini anlatmalıyım. Yani bir bakıma korkularımı korkaklığımı, içimdeki sana ait ne varsa bende anlam kazanmış her şeyi, yazmalıyım adını kazıdığım her yere… Geldiğinde bu dağılmış hayatım toparlanırdı ama sadece o kadar, ömrümün üşüyen yanlarını, şefkat isteyen zamanlarda, yalnızlığın tepemde nöbet tuttuğu, anların hiç birinde olmadın. Ben hep o derin sevgimle yaklaştım sana, biraz gözlerini aradım, biraz da sıcaklığını istedim. Ama sen hep kaçışların istikametinde, ben kural tanımaz uzun romanlar delisi, nereye gidersem gideyim hep senin benden sakladığın şefkati sıcaklığı anlayışı aradım. Bir kere de olsa o derin merhametinle yaklaşsaydın. Belki de başkası hiçbir zaman olmazdı şu yalan denilen hayatımda, aramıza anlamsız savaşlar girmezdi uzaklığın vermiş olduğu korkularla, kırmazdı söylediklerimiz. Yüreğimizi toparlardı yorulmuş sevda, yollarına baharlar düşerdi. Gözlerine gözlerim sözlerine şefkatim… Şimdi ne kendimi ne de seni suçlamaya hakkım var. Geçmiş benim adıma seninle doludur, ve hayatımın en anlamlı kısımlarından birisin. Dön diyemem, gel diyemem sana. Ama şunu bil ki yüreğimde bir yerin var, bunu hiç kimse dolduramaz. Bu ne bir merhaba ne de bir elvedadır. Nasıl anlam vermek istersen senin tercihindir. Belli bir süre önce, yıl mı asır mı sen karar ver. Ben de asır kadar gibi uzun, hayat kadar kısa, ama anlamlı idi. Seni sevdiğimi söylerken, çok derin duygular içindeydim, sevgi doluydum. Bu mektup diğerlerinden farklı gelebilir sana, daha çok sevda, daha çok sitem, ve aşk var bu mektubumda, Sende beni sevdiğini söylediğinde korkaktın, ürkektin ya da çekimser ve güvensizdin, ama söylemiştin sevdiğini titrek ses tonuyla, nedenler büyükmüydü bilmiyorum. Ben o nedenlerin büyüklüğünü gördüm ve hissettim, o yüzden ayrılmayı basitleştirdik. Acı çeke çeke koptum senden, mecburmuşuz başka çaremiz yokmuş öyle demiştin. İnan halen acı çekiyorum ve çektiğini de biliyorum sevgilim. Seninle konuşmalarımızı, sesini ve nefesini özlüyorum, saat tıkırtısı gibi kulaklarımda çınlıyor. Hiç unutmadım ki!… Hatırlıyor musun ilk gün isminle seslenirken çok şaşırmış ve heyecanlandığını söylemiştin. Açıkçası senden daha çok heyecan sarmıştı bedenimi, yüreğimi sevdan kuşatmaya başlamıştı bile, beyaz bayrak çektim, yenik düştüm sevdanın büyüklüğüne, seni sevdiğimi hissetmiştim sevdiceğim, güzel gözlüm. İtiraf mıdır bilmem ama her şeyi seninle yaşamak istiyordum doyasıya, kaçak ve yasak sevişmeler, soğuk gecelerde ısıtacaktı bizi, seviyorum deyişini, özledim deyişini, özlüyorum sevgilim.

Bu mektubu verecek ne bir postane ne de postacı var, hepsini yaktım. Sen gidince köpekler kovaladı duygularımı, ısırdılar, parçaladılar sensiz zayıf yönümü, soğuk aldı sevgisiz kalbimi, çok ağrıyor. Acı çekiyorum sensiz pazartesilerde, sensiz salılar anlamsız, çarşambalar soğuk, perşembelerim evde geçiyor, cuma cumartesilerim pazara karıştı. Tatildeyim sevgilim, sevmeyeceğim kimseyi, hiç iş başı yapmayacak gözlerim, iş tutmayacak ellerim, emir almayacak sessizliğinden paslanan kulaklarım, ömür boyu tatildeyim bir tanem. Seni sevdiğimi melekler not almışlardır sevap haneme, hesap günü alem bilecek. Dilime soracaklar neden sevdiğimi, gözlerim anlatacak bütün özlemimi, yüreğim söyleyecek aşk ateşine düşüp yandığımı ve yaradan beni affedecektir senin gibi melek birini sevdiğim için. Bu mektup gelmişim, geçmişim, günahlarım ve sevaplarım olacak. Sen bu mektubu belki de okuyamayacaksın. Her kes gibi dudak büküp geçeceksin. Bu ne bir merhaba, ne de bir elveda, nasıl anlam vermek istersen. Gözlerim gözlerine hasret, dilim ismine, kulaklarım sesine uzak, kalbim sevgine, seni çok sevdiğimi kimseler bilmeyecek. Kurumuş bir gül gibi solup gidecek, mecnunun leylasını beklediği gibi, hiçbir zaman kavuşmayacak ellerin ellerime ve bir gün karşına çıkıp seni ne kadar çok sevdiğimi haykıracağım cümle alem içinde, bekle geleceğim dönüşü olmayan yollardan..... Bekle geleceğim sevdiceğim...

.....Kimseler Bilmeyecek
Bir gün öleceğim virane meyhanede,
Elimde kırık kadeh, ağzıma kan dolacak.
Şarkımızı çaldıracağım, dertli kemancıya,
Son defa ismin dilimde, olacak...
__________________

Sevgi Dilencisi
--------------------------------------------------------------------------------

Bedenimdeki patlamalara kulak verdiğimde yalnızca senin çığlığın sarsıyor beni. Yalnızlıktan korkmuyorum elbette karanlık alır beni içine, çığlıkların ötesinde bir yere. Ama nefessizlik öldürür beni. Fotoğraftaki “ben” gibi duru ve güleç olamam. Yağmur sadece beni saflaştırmaz o zaman.
Hatırlıyor musun o zavallı ufak çocuğu? sadece sevgi dileniyordu mavi gözleri, kirli elbiseler içinde. “Bu lanet dünyanın bir piyonuyum bende yardım istemiyorum sadece sevgi..” diyordu acınası bakışlar ardından.
Karanlıkta bekleyen ucube yaratıklardan değildi o. Ta ki o lanet araba onu çuval gibi yanımızdan savurana kadar. Hatırladın mı o masum ufaklığı?
__________________

Sevgi de bir yaşam felsefesidir
--------------------------------------------------------------------------------

Sevgi gerçektir, iyiliktir, güzelliktir, anlayıştır, uyumdur. Bu ortamda duygular hep bir akış içinde olurlar. Önlerinde setler oluşturmamaya çalışmak her insanın bilinçli bir tavrı olmalıdır. Bu duygular, insanın gerçek kimliğinin, düşünce ve davranış biçimlerinin yaşama yansımalarıdır. Sevgiyi, büyük bir samimiyetle ve özellikle ciddi bir biçimde isteyin ve bir yaşam felsefesine dönüştürün. Sevgi saf ve pürüzsüz bir yansımadır. Kendini bilen, kendini duyan, var oluşunun farkındalığına varan herkes, her zaman bir sevgi esintisi içinde daha huzurlu bir yaşam sürer. Şöyle çevrenize bir göz atın. Çevresi ile kavgalı, geçimsiz, huysuz, hoşgörüsüz insanların kendi yaşamlarına yansımalarında, çektikleri sevgi açlığının izlerini bulursunuz. Sevgiden ve şefkatten yoksun, “Kutsal Sevgi Dünyası”nın varlığından bile habersiz bir ortamda, büyük baskılar ve madde kalıpları ile büyümüş insanların, bu güzelim “Sevgi Mabedi”ni keşfetmeleri için, iki kat çaba göstermeleri gerekecektir. Hiçbir şey nedensiz değildir ve olamaz da. Kişinin bağımsızlığı, kendini sorgulayabilmesinin kökeninde, su yüzüne çıkmamış bir yığın nedenlerin varlığına bağlıdır. Bu nedenlere inmek ve gerçekle yüz yüze gelmek, insanın sevgi açlığını aşması için çok önemlidir. Sevme gereksinimi, toprağın suya olan gereksinimi gibidir. Sevgi, kişisel dünyanın, topluma, doğaya açılması, herkese bir tür ortaklık payı sunması, tüm insanlara iç dünyasının kapılarını aralaması olayıdır. Orada, birlik, anlayış, hoşgörü, şefkat günlük yansımalar halinde vardır. Sevgi, ancak bu biçimde kalıcı bir yaşam felsefesi haline gelir. Sevgi, bir üretim olayı değildir. Sevgi varlıktan varlığa aktarılan, kullanılan, değerlendirilen, var oluşta yansıyan, paylaşılan ve tüm bunlar olurken devamlı olarak artan ve insanları bir araya getirip kaynaştıran bir enerjidir. Sevgi, genel yapısı gereği, hep var olan olduğuna göre, sevginin ayrıca üretilmesi diye bir şey yoktur. Ancak, belirli bir gelişim ve bir algılama süreci içinde olan insanlar arasında, kişiye, duruma, gelişim düzeyine göre geç ya da öncelikli olarak algılanmış olabilir. Dolayısıyla sevginin keşfi, kişinin iç potansiyeline, özüne, gerçek kimliğine dönüşümü ile olanaklı olur. Yine bu değerler içinde az ya da çok bir ölçümlemeye giderek, ardından da yaşama geçirmemiz de olasıdır. Sevgi bir bütünün yansıması olarak, o bütünün kaynağından her tarafa yayılan bir güçtür. İçimizden kaynaklanmakta olan bu enerjiyi daha kolay ve daha çabuk bir biçimde yansıtacak ve çevremize yayılmasına ön ayak olacağımız bir kararlılık içinde olmamız gerekmektedir. Bizler, yetişme tarzlarımız gereği, sevgi enerjisinin bizden yansıması için gerekli olan bir ortamı kolay kolay yaratamıyoruz. Hem de sevgi kaynağının kendi özümüzde olduğunu bildiğimiz halde... Güncel yaşamın, dünyevi kısıtlamaların bizlerde oluşturdukları engellerle, dirençlerle, olumsuzlukların tortuları ile öyle bir hale geliyoruz ki, aslında saf ve pürüzsüz “biz” olan sevgiyi bir türlü yaşayamıyor ya da yaşamaya yanaşmıyoruz. Doğaldır ki, bu durumda yaptığımız sevgi gösteri ve sözde uygulamalarında kolaycılığa ve gösterişe kaçarak ailemize, komşularımıza, çıkarımız olan yakın çevremize hep yapaylıkların sahteliğini sunuyoruz. Sevgisizliğin kaynağı ve yapay tavırlarımız, kendimize koyduğumuz engeller ve oluşturduğumuz dirençlerdir. Ancak insanlar ortak bir sevgi çevresinde toplanmaya hazır ve gönüllülerse, tüm evren, bunu oluşturmak için sanki bir özel çaba harcar. Çünkü doğanın mayasında sevgi gücü ve verme gücü vardır. Doğayla uyum, insanla uyumu; insanla uyum, dünya ile, evren ile uyumu sağlar. Bu konuda gösterilecek çaba ve özen asla başarısızlığa uğramayacaktır. Eğer, bizim bir isteğimiz yoksa, kim bize bir şey verme iddiasında bulunabilir. Her şeyin mutlaka kendisine ait olması gerektiği, kesinlikle bir egosal saplantıdır. Sevginin temel niteliği; insanın bencilliğinin dar çerçevesinden kendisini kurtarması ve ardından yaşamın en güzel coşkularını, sonsuz enginliklere, sınırsız mutluluklara ulaştırabilme üstünlüğüdür. Çünkü, bu varılan nokta, gerçek insan olmaya geçişin en üst noktasıdır. Kısacası; tekilin, çokluk içinde kendisi ile buluşmasıdır. Seven insan, sevmesini bilen insan; kime, nereye, neden ve niçin bakarsa baksın, göreceği hep sevdiğine yansıyan kendi görüntüsü olacaktır. Oysa, sevgi duygusu, tam anlamıyla saf ve pürüzsüz bir vericilik ve devamlılık duygusu içinde yerini bulur ve hiçbir biçimde bencil değildir. Bizim aradığımız, anlatmaya çalıştığımız sevgi, her şeyi kapsayan, insanın özüne yönelik bir duygudur. Bu noktaya vardığımızda hiçbirimiz kendi doğrularımız gibi ayrı ayrı kabullenmelere, ısrarlara kesinlik ve katılıkla yanaşmayacağız. Kişilerin sayısının çokluğu, doğrularının önemini göstermez. Bu noktadan sonra herkes için tek yol gerçeğe yönelmektir. Herkesin aynı görüş ve hareket içinde olacağı ve varacağı bu nokta gerçek adı altında tanımladığımız “Sevgi Dünyası”dır. Sevgi kaynağının sonsuz oluşu gibi, kendisi de sonsuzdur. Ancak onu algılayabilen ve yaşama geçirebilenler için...
Sevgi yaşamın ta kendisi, yaşam da sevginin yansımasıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://launcher.yetkin-forum.com
NoNamE
Admin
Admin
NoNamE


Mesaj Sayısı : 303
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 09/10/07

Edebi Değerli hikayeler 3 Empty
MesajKonu: Geri: Edebi Değerli hikayeler 3   Edebi Değerli hikayeler 3 Icon_minitimePtsi Ocak 28, 2008 5:04 pm

Sevgi Çiçeği
--------------------------------------------------------------------------------

Sevgi arıyoruz....
Elbette haklıyız...
İstediğimiz sadece bir yudum sevgi...
En zor anlarımızda yaslanılacak bir omuz,
Tutulacak bir el, öpülecek bir dudak,
Sarılacak bir beden ,
Keyfini sürecek bir parça haz.
Bir insanın hep yanında olduğunu hissettirecek güven.
Birlikte bir şeyler yapmak,
Birbirimizin yanında olduğunuz zamanlar hoş şeyler paylaşmak.
Güzel şeyler bunlar.
İnsana insan olduğunu hatırlatan,
Kadınla erkeği yakınlaştıran şeyler bunlar...
İnsanları anlıyorum...
Bende insanım,
Demek bir yudum sevgi istiyoruz...
Bizim gibilere hayatın her alanında rastlıyorum .
Annem, babam yakınlarım çevrem herkes sevgi peşinde
Dahası koca bir ülke bir yudum sevginin peşine düşmüş
Tamam diyelim ki şanslıyız ve bulduk o aradığımız sevgiyi
Peki sonra ne yapacağız
Ne yapacağız ki elinizden uçup gitmeyecek mi bir kuş gibi?
Ben söyleyim.
Çok azımızı dışarda tutuyorum, söyleyeceklerim ezici çoğunluk için
O aradığınız sevginin değerini bilemiyeceğiz.
Karşılıksız sevmenin erdemini , hazzını anlayamayacağız.
Sevgiyi besleyen cesarettir, hoşgörüdür, sabırdır, ilgidir, özendir.
Biz bunları da beceremiyeğiz...
Çoğumuzun yüreği, engin bir sevginin altından kalkabilecek
kadar büyük değildir...
Sevgi neyi ne kadar ve nasıl sevebileceğini bilmektir.
Sevgi anlamaktır. Önce kendimizi anlayacağız, sonrada sevdiğimizi..
Bu alanda yeteneklerimiz nedir dersiniz.
Sevgi olduğu gibi kabul etmektir sevgiliyi
Değiştirmeye uğraşarak şaklabana çevirmemektir sevgi...
Sevgi sevgiliyi kendimize benzetmeye çalışmakta değildir.
Sevgi tüketmek değildir ..
Sevgi çoğaltmaktır. sevgi paylaşmaktır.
Sevgi her şeyi paylaşmaktır
Sadece paylaşmaktır. karşılıksız paylaşmaktır...
Üzgünüm ama bir yudum sevgiyi bulsak bile çok geçmeden
kaybetmeye mahkumuz.... çünkü sevmeyi bilmiyoruz...
Öyle bir anda geldi ki, bir arkadaşımda karşılıksız sevmenin
anlamsızlığından bahsediyordu bana...
Onun fikrine katılmıyordum aslında, tam o sırada sanki benim fikrimi
doğrularcasına bu yazıyı almak , düşüncelere dalmama neden oldu. Çünkü yazı
tam olarak beni anlatıyordu, fikirlerimi, hislerimi...
"Karşılıksız sevmenin erdemini hazzını anlayamayacağız" diyordu,
evet bunu çok kişinin anlayabilecek bir yürek taşımadığını gözlemliyorum,
çok yazık ki...
Kaç kişi anlayabilmiştir ki? Siz anladınız mı, hiç bunu yaşadınız mı? Ben
bunu biliyorum ve yaşıyorum.
Sevgim bana ait, onu ben hissediyorum. Sevmek, sevilmekten çok daha yücedir,
benim gözümde.
Çünkü bunu yaşamak, taa damarlarında hissetmek imkanımız vardır.
Sevilmek ise sadece hoş bir duygu verir içimize.
Evlenmeden önce Allah'ımdan isteğimdi benim, çok sevebileceğim biriyle
karşılaşmak.
İsteğim tuttu. Bir kadının, bir erkeği sevebileceğinin çok üstünde sevdim ve
onunla evlendim.
Onu hayatım yaptım. Bilmiyorum bilir misiniz bu kelimenin tam anlamını?...
Evlilikler aşkı yıpratırmış, öyle mi efendim... bu çok saçma işte.
Günler, yıllar geçtikce, sevgimi büyüttüm içimde.
Kendime, yani sadece bana ait olan sevgi çiçeğime çok iyi baktım.
Çünkü o kişiyle zaman içinde kopukluklar yaşasamda, sevgim bana aitti ve
kimsenin gücü yetmedi,
o sevgiyi benden almaya... İşte gerçek sevgi bu... Gerçek sevgi "her şeye
rağmen" olandır.
Tüm olumsuzluklara, acılara, yaşanan ve yaşatılanlara rağmen...
"Çoğumuzun yüreği, engin bir sevginin altından kalkabilecek kadar büyük
değildir."
Ve ne yazık ki gözlemlerim bunun da doğruluğunu gösteriyor bana.
Sevgilerimize bile çıkarlar, menfaatler sokuşturuyoruz.
Ondan duygu yönünden alacaklarımıza karar vermeden,
önce arabasıyla, kariyeriyle, parasıyla, vücuduyla ilgileniyoruz, duyguları
ise ikinci plana atıyoruz.
Ve sonucu mutlaka hüsran oluyor,kısa süreli ve anlık mutlulukların
dışında...
Ve sürekli beklentiler başlıyor, doyumsuzluğa doğru bir yelken açarken
hayatınız...
"Sevgi tüketmek değildir..Çoğalmaktır, paylaşmaktır.
Sevgi herşeyi paylaşmaktır, karşılıksız paylaşmak..."
"Önce bana" ve "ben" egosunu atmadan içinizden, sevgiyi yaşamanın mümkünatı
yoktur.
Yaşam onunla güzeldir, onunla anlamlı sadece. Her an aklınızdadır bedenen
çok uzakta olsa bile.
Her şarkıyı ona söylersiniz, sürekli ondan bahsedersiniz, çevrenizdeki
herkes bilir onun ismini,
çünkü dilinizden hiç düşmez, beyninizden bir an bile silinmediği gibi.
Gerçek sevgilerde mutlaka acı vardır, çünkü böyle, her halukarda,
her şeye rağmen sevildiğini bilen kişi, sizinki gibi engin bir yürek
taşımıyorsa şımaracak,
bu sevgiyi taşıyamayacaktır. Ama gerçek sevgilerde, içiniz acı çekerken,
göz yaşlarınız birbiri ardına akarken, içinizde genede dua vardır.
Kendiniz için değil asla, çünkü siz zaten onda, onunla yaşamaktasınız,
duanız onun içindir, onun mutlu ve iyi olması için...
Çünkü onun mutluluğudur size yaşam enerjisi veren. Sevgi'nin anlamı işte
budur...
Bunu yaşadınız mı siz hiç peki???
Yaşamadıysanız eğer kendinizi hiç kandırmayın, hiç kimseyi gerçekten
sevmemişsiniz demek ki…

Sevemeğim Günler
--------------------------------------------------------------------------------

Gece saat kaç şimdi bilmiyorum zaman öylesine anlasız ki.Nerede olduğumu bilmeden karanlık gece de hissetmeye çalışıyorum seni. Bitmeyen bir sensizlik içinde....İlk tanıştığımız günü hatırlarmısın bilmem ? Çünkü bende hatırlamıyorum. Aslında yalnız kaldığım da anladım sana ne kadar çok ihtiyacım olduğunu ; yabancı bir şehirde. Kimsesizken...Günler günleri kovaladı , sevemediğim günler.
Eskiden kalma geleneksel alışkanlıklar işte , mektup yazmaya başlamıştım. O gün anladım sevemediğim günlerde, ben yazabiliyordum. Duygularımı hayasızca , çekinmeden kelimelerle anlatabiliyordum. Yazdıkça daha çok seviyor daha çok özlüyordum. Yüreğim acıyor acıması beni mutlu ediyordu.
Böyle olmamıştı hiç. Ailemde , arkadaşlarımda , sevgilerimde... Sen bambaşkaydın bana. İhtiyacım olduğunda kardeşim , hasta anımda annem , yanlış yaptığında babam , ilgiye ihtiyacım varken sevgilim oldun.
Yabancı şehirlerde yaşayamadım sensiz ve geldim sana. İhtiyacım olan huzura. Nasıl geldim ki bilmiyorum. Sevemediğim günler dedim ya işte o an başlamış meğer.Arkana bile bakmadan gittin. Ben sana gelmişken, sevgine ihtiyacım varken ; sormadan gittin. Hemde saatler değildi aramızdaki artık.Dağlar , denizler aşamadığım yollardı aramızdaki.
Gece gündüz arasındaki farkı bilmez olmuştum. Mutluluk yada Üzüntü neydi hatırlayamıyordum. Ağlamanın gülmekten farkı neydi ? Bilmiyordum. Ben sensizlikte yaşayamıyordum.Günler günleri kovalıyordu.Gecelerden sonra gündüzler oluyordu. Sen aylar sonra çıkıp geliyordun. Hayatıma hayat katıyordun. Ve sonra... Tekrar hayatımı alıp yine gidiyordun. Defalarca defalarca aynı şeyler oldu. Hıçkırıklarım arasında sen yüreğimden bir parça alıp gittin. Ve ben sana verdiğim bitmeyen bu sevgiye hiç karşılık istemedim.
Ta ki özlem duyduğum senin, aslında bambaşka biri olduğunu anlıyordum. İki dudak arasından çıkan sözler bana " Sen sesine muhtaç olduğun birini üzüyorsun, yüzüne hasret sevdiğinin yüzünü asıyorsun." diyordu. Sıkılmıştı benden...
Günlerce ne yapacağımı bilmeden etrafta dolaştım delice. Ne yapabilirdim sen olmadan, sesini duymadan ... İstemiyordun beni yapmalıydım, mutlu olmalıydın. Benim mutsuzluğumda olsa Mutlu Sen olmalıydın....
Şimdi seni günlerdir aramıyorum.Artık devam edebilirmiyim onuda bilmiyorum.Sesini neden duymadığımı , buna nasıl dayandığımı söylemek neye yarar ki. Elbet bir gün sorarsın. Ben sana diyemem ki hiçbirşey. Bunlar Sadece Sevemeğim Günler..!
__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://launcher.yetkin-forum.com
NoNamE
Admin
Admin
NoNamE


Mesaj Sayısı : 303
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 09/10/07

Edebi Değerli hikayeler 3 Empty
MesajKonu: Geri: Edebi Değerli hikayeler 3   Edebi Değerli hikayeler 3 Icon_minitimePtsi Ocak 28, 2008 5:04 pm

Sevda Yasağı
--------------------------------------------------------------------------------

Ne çok şeyi paylaştık seninle, kimi gün güldük, kimi zaman ağladık. Göz yaşlarımız birlikte aktı. Kahkahalarımız çınladı ortalıklarda.... O zamanlar paramız yoktu belki, ama mutluyduk değil mi?

O soğuk, hırpalanmış sonbahar günü seninle aynı hücrede işkence görüyorduk cellatların eliyle. Ve şehir ardımızda duman altı bir meyhaneydi sanki. Oysa biz seninle, büyük ve küçük turlarında hayatın, çağla tadında sevdalardaydık. Ve ben Diyarbakır’da çiçeklenmiş erik ağaçları, papatyalar ve çamlar gibi, yeşermiş kırların göğsünde bir derin uykudaydım. Bilmezsin… Her şey, grinin o en kasvetli, o en ağır tonlarındaydı, aylar boyu. Ne gök ve deniz mavi, ne ağaç yeşil, ne de vapurlar beyazdı. Grimsi maviler, grimsi yeşiller, grimsi kırmızılar ve çamur kıvamında hasretler sarmıştı etrafımızı. Sevdaya, dostluğa ve umuda böylesine bulaşmışken, birden cellatların cop sesleri hüzün salmıştı sessizce öpüştüğümüz geceye.

Oysa bir tek sen, sadece sen, yalnız siyah ve yalnız beyazdın. Denizin mavi köpüğü, yaprağın yeşil gözleri ve akşam güneşinin içime dolan ılık kanı, senin avuçlarındaydı. Saçlarında Diyarbakır’dan gelen şafak rüzgarları, gözlerinde toprağa koşan suyun coşkusu ve teninde aklımı başımdan alan bir çiçek kokusu…

Bir sabah vakti yalan dünyaların karanlık yollarında bulup da seni, yol verince aşka, işkenceli dertlerimden sıyrılarak, yelken açmıştım cellatların olmadığı uzak diyarlara.
Hücre duvarlarından ışık sızar mı söyle bana? Söyle gülüm, kanlı bedenlerden dağılır mı yanık kokusu. Şimdi böyle karanlık odamda oturmuşken bir başıma, resimlerinden bu yana esiyor bahar rüzgarı. Ve bu dört duvar arasında, maviye çalan kızıl ışıklar dolanırken, sanki şehrin pamuk tarlalarında güneş doğuyor…

Ama ne olur bir daha arama…
Arama beni bu diyarda… Arama, içinde batık gemiler gibi sakladığın eski sevdaların buruk anılarında… Senin okuduğun kitaplarda geçmez benim adım… Bir akşamüstü caddede yürürken, ansızın rastlayamazsın bana. Oturduğun semte uğramadım. Gözün kapalı yürüdüğün sokaklardan geçmedim bile. Gördüklerini görmedim, duyduklarını duymadım… Beni, arama avuçlarında. Ellerim ellerine, gözlerin, gözlerime uzak duruyor bedenimde… Sesin, akşam meltemiyle uzaklardan gelen bir türkü… Ve ben, İstanbul’un bir ucundan bağırırken karmaşanın ortasına doğru, sesim, yankısı gibi yabancıydı bana…

Rüzgarlar…Beni bilen, beni ağlatan… Avuçlarıma buruk hüzünler bırakan. Ve giderken çocukça sevinçlerimi alıp götüren…Yani ben kokan rüzgarlar, saçlarını okşamadı hiç. Yakandan girip, koynundaki baharda uykuya dalmadı… O rüzgarların sakin denizlerden koparıp, önüne kattığı dalgalar, oturduğun şehrin rıhtımlarına vurmadı… Ve sen bir kez olsun, ansızın nedensizce dönüp ardına bile bakmadın.

Benim öyküm yağmurlarla başladı…Düşen ilk yaprakla, kırılan bir fidanla, biten bir sevdayla…Başlar öyküm, güneş bir daha dönmeyecekmiş gibi, dağların boynuna sarılıp veda ederken. Ağlara takılır kalbim, vurulur ceylanlar gibi sevinçlerim, bir kahpe odada işkence görürken. Yürür gece. Yürür kara bulutlar. Ve benim öyküm, dört duvar işkence odalarının ıssızlığında başlar.

Adını yazmaz kalemim. Gözlerinin rengini görmez. Kokunu duymaz. Sevdamı umursamaz. Hayalin, şiirlerime satır, hikayelerime konu olmaz… Bilmezliğinden değil elbet… Yorgunluğundan, kırılganlığından…Ak kağıtlara kanayan yıllanmış yarasından…
Arama beni kendi öykünde. Güneşin geceyi, suyun ateşi araması gibi imkansız bir hevesti benimkisi.

Ayaküstü aşklar dünyasında, benim karakalem sevdamı arama.
Hani, yollarını kar kapatır uzak köylerin. Geceleri bembeyaz karanlıklar yürür üstüne. Bağıramazsın…. Dağdan aç kurtlar gibi iner, ölümü bekleyen mahkuma. Ve o umut dediğin sihir, mavi bebeğin gülümseyişinde gizlidir. Gözyaşın akar içine… Anlatamazsın… Anlatamazsın, kurda kuşa vatan hasretini… Susarsın, kabullenerek çaresizliğini… Sonra sevinçler terk eder sessizce rıhtımları…

Hani, elin ayağın bağlanır, gülüm. Kalırsın gecenin ortasında. Her şey gömülüdür, soğuk bir odanın ıssızlığında. Her şey o an uzaktır ellerine. Ve her şey yoğun bir gölgenin karanlığında gizlidir. Bahar esintileri ararsın, sigaranın yüzüne vuran dumanında. Yumruk yemiş gibi yığılır kalırsın… Özlemler sarar kalbini… Dilinin ucuna gelir. Anlatamazsın…

En derinlerinde saklıdır kalbimizin, isimsiz hasretler…Kalabalık caddenin ortasında… Kimsenin kimseyi fark etmeyişinde… Yetim çocuklarının vitrinlerdeki oyuncağa bakışında… Işıklı parlak kentlerin zifiri karanlığında… Bir gecekondu penceresinde açan menekşede…Ve limana bir daha dönmeyecek, gemiye sallanan mendillerin neminde gizlidir. Bir de yitik sevda sözlerinin yankısında.

Sen gelirsin, mevsim döner. Bulutların rengi, sigaranın tadı, rıhtıma vuran dalganın sesi değişir. Saçlarımda bahar, ellerimde kır çiçekleri… Gözlerim dalar mavi ufuğa. Belirsiz hasretler, anlamsız sevinçlere döner… Gülüm, şu sevda dediğimiz, hücredeki yalnız mahkumun gözyaşlarıdır aslında…

Ve şimdi ben, böyle kaygılı, böyle suskun ve yalnız, sabahı beklerken odamda. Ansızın çalacak telefonun sesinde, vurulacak bir kapı beklentisinde, bu şehri terk edip gitme düşüncesinde, o isimsiz hasretlerin en koyu rengine bulanmaktayım…

Benim çocukluğumda gece yarısından sonra dışarı çıkılmazdı. Yasaktı… Sıkı sıkıya yönetimlerin karanlığında, tomurcuk güller kuruyordu. Diyarbakır’da darbe günleriydi. Bağlar semti, hiç bu kadar bulanık olmamıştı. Bilmiyorduk, duymuyorduk, görmüyorduk… Ama bir yerlerde gencecik fidanlar soluyordu. Üstelik aylardır adamakıllı kar da yağmıyordu. Kış bile kendinden utanıp, soğuk ellerini çekmişti o yıllarda şehirden. Gelip geçici atıştırmalardan sonra tutmuyor, kar sanki yerde durmak istemiyordu.

Oysa ben, bahara yaklaşan o günlerde, bembeyaz elbiselerini giymesini bekliyordum mevsimin. Maviye ve beyaza hasrettim. Hapisliğimiz bitecek gibi değildi. Sürekli karanlıkta kalıyorduk geceleri. Kömür sobası, kızıla boyarken odaları, ben hücremde gün batımlarını özlüyordum. Annem, sabahları yakacak odun bulamazken ve sıkı sıkıya sarılınca kardeşlerim yorganlara, cellatlar ülkeme ihanet etmemi istiyordu benden. Ama benim ne ihanet edesim vardı ne de gülesim. Tükürdüm yüzüne fahişe celladın. Yalnızca ağlıyordum onurluca. Haritasız yürek defterlerinin karelerinden rotalar çizip, uzak yollara düşüyordum. Lice’den alıp atımı, aşkımı arkamda bırakarak, dağlara vuruyordum kendimi. Aşk, sevda, deli yürek, artık ne varsa…

Lice’den ayrılan sadece atlardı aslında. Karanlığın ortasında ansızın çıkıp gelen, bu kirlenmiş mektup zarflarına benzeyen bakımsız atlar, kara haber gibi yanaşıyordu dağlara. Atlar üzerinde kaygılı yüzleriyle insanlar, en iç ceplerine sakladıkları ve şehirden getirdikleri acı öyküleriyle, dağlara yürüyorlardı. Yalnızlardı, çünkü beraber yürümek yasaktı…
Kar gecenin bir saati ansızın bastırıyordu. Ve her şeyi bir karış kar kaplıyordu. O günlerde Arap kızları değil, biz çocuklar bakıyorduk camlardan. Ama gülmüyorduk…Evlerde pencereye çıkmamız da yasaktı. Dışarıda babam, içeride gardiyanlar koyuyordu yasakları. Perdelerin arkasına geçip, gizlice ağlıyorduk sokaklara bakarak. Bazen izin kopartıp evin önünde oynuyorduk… Ama en fazla 10 dakika. Yasakların başlamasına bir avuç mutluluk kala, dış kapıdan babam beliriyordu.

Herkes kardan adamlar yapıyordu. Oysa ben öylesine sıkılmıştım ki adamlardan, yalnız kardan çocuklar yaratıyordum. Zaten yedi yaşında bir çocuğun güce neye yeter ki? Kardan küçük insanlar, kardan sevgililer… Ama hep yarımdı bedenleri. Bir kurşunun yüreğimizi delip geçmesi gibi ansızın saat vuruyordu on ikiyi. Kardan çocuklarım, önlüklü usta ve korkunç ellerin bıçak sallayışla, rahimden kopartılan bebekler gibi kalıyordu öylesine. Elleri yoktu, ayakları yoktu, dudakları yoktu… O günlerde içimizde yeşeren tüm çocuksu duygularımız, saf tertemiz sevgilerimiz, denizler kadar büyük güvenlerimiz ve bahar kırlarında gelen sevinçlerimiz bir bir kürtajlandı… Bize yalnız buruk acısı ve ömür boyu taşıyacağımız izi kaldı…

Sabahları kar gitmiş olurdu. Kardan sevgililerimi de yanında götürerek. Gidiyordu ve biz kalıyorduk odalarımızın karanlığında.

Sonra her kar yağdığında ben her şeyi bırakıp bu biçimsiz sevgilimin sadece gözlerini yerleştirmeye başlardım yüzüne. Kolları, ayakları, ağzı ve burnu olmasa da olurdu. Yalnız ama yalnız gözleri. Çünkü sadece buna zaman vardı. Zaten ayaklarına gerek yoktu, yürüse yakalayıp atarlardı bir hücreye. Kolları yoktu, çünkü elinde bir şey gelmezdi. Ağzı yoktu, söylenecek her şey söylenmişti, ya da dinleyen yoktu. Kulakları da yoktu, hem anlatacak neyim vardı ki… Burnu yoktu, çünkü sadece barut, kan ve sinsi bir ihanet kokuyordu her şey… Soğuktu bedeni. Annem atkımı çıkartmama izin vermiyordu… Ne beremi ne de paltomu…Sarıp ısıtamıyordum onları……

Sadece gözleri vardı. İki karanlık, iki kederli göz bebeği. “Kör olmada gör beni” derdim sanki. Gör bizi. Bu karanlığı, bu yalnızlığı, bu solgun yüzümü gör. Çünkü sabah olmayacaksın. Sabah ben uyandığımda gitmiş olacaksın. Arkadaşlarının yanına döndüğünde, anlat gördüklerini. Anlatabilsinler, bu şehirde olup bitenleri. Bilsinler ki sabah vakti yağsınlar. Ve gece saat onikiyi vurana dek, kar topu oynasın çocuklar… Kapatın yolları, donsun denizler. Vapurlar gelmesin, ya da ben koşarak çıkayım buzun üzerinde bu şehirden. Kardan çocuklarım büyüsün, kardan sevgililerim sarsın beni. Ve ısıtayım ellerini…

Erirken, kömür gözlerinden kara bir yaş akıyordu göğsüne. Ve anladım ki, yalnız beyaz umutlar ve saf mutluluklar kara göz yaşları döküyordu bu şehirde… Ve onlar bu yüzden bir daha hiç gelmediler… Ağlamak yakışmazdı çünkü kar beyaz sevdalara…

Babam aldı gene beni içeriye… Ama hiç kimse bilmez. Bir yanım kaçtı evden… O en çocuksu mutlulularımı, özlemlerimi ve insanlara olan sonsuz sevgimi de alarak yanında. Çünkü o, hiç bir şey bu kadar kötü olamaz diyordu. Hiç bir mevsim bu kadar kara, hiç bir dönem bu kadar acımasız olamazdı. Koşan çocuklara kimse kurşun sıkmazdı ona göre.
Bir yanım o gece alıp başını kar topu oynamaya ve imkansız sevgilinin bedenini tamamlaya gitti. Ellerini, dudaklarını, saçlarını yerlerine koymaya… Atkısını boynuna dolayıp, eldivenlerini giydirmeye. Ve ısıtmaya kalbini, erimeyen beyazlığının…

Karanlığa doğru koştu…Bir düdük çaldı, bir kurşun namludan fırladı… 30 yıl oldu… Ve ben onu bir daha hiç görmedim…

Seninle dün akşam yürüdük Diyarbakır’ın hüzünlü sokaklarında Ne atkını almıştın yanına, ne bereni. Üşümüştü ellerin. Tuttum ısıttım ellerini. Atkımı vermek istedim, ya da beremi. Sarıldım beline. Saçlarından bahar doldu göğsüme. Gözlerinden öptüm.

Yine de, seni gece onikiye doğru bindirip dolmuşuna, uğurlardım… Gitmen gerekiyordu. Benim de. Başkalarının koyduğu kurallara göre yaşıyoruz gene… Sevgiliye, gece yarısında sonra sevda yasağı bitmedi bir türlü.
__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://launcher.yetkin-forum.com
 
Edebi Değerli hikayeler 3
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Günlük Yaşantınızdaki Olaylar Çerçevesi =) :: ! ! Ciddi Konular ! ! :: Edebiyat-
Buraya geçin: